Kral Tutanhamon’un babası, Eski Mısır’da din, sanat ve politikayı derinden etkilese de ardında bıraktığı miras hızla tarihe gömüldü. Oysa günümüzde değişimin sembolü olmayı sürdürüyor.
Kimi zaman bir kral üzerine en güçlü yorumlar sesi çıkmayanlar tarafından yapılır.
Yukarı Mısır’da, Kahire’nin 300 kilometre kadar güneyindeki Amarna köyünde bir sabah. Ahşap bir masa; üzerine kırlangıç misali narin kemikler dizilmiş. “Köprücük kemiği burada; kol kemiği, kaburgalar, bacağın alt kısımları,” diyor Amerikalı biyoarkeolog Ashley Shidner. “Bir buçuk–iki yaşlarında.”
3 bin 300 yıldan da önce, Amarna’nın Mısır’ın başkenti olduğu zamanlarda yaşamış olan bir çocuğa ait bu kemikler. Kenti kuran kral Ahenaten, karısı Nefertiti ve oğlu Tutanhamon ile birlikte, Eski Mısır’da yaşayan şahsiyetlerin tümü gibi modern dünyanın ilgisini üzerine topluyor. Buna karşılık bu isimsiz iskelet işaretlenmemiş bir mezardan çıkarılmış. Kemikleri kötü beslenmenin izlerini taşıyor. Shidner ve diğer araştırmacılar Amarna’da yaşamış onlarca çocukta aynı durumu gözlemlemişler.
“Büyüme gecikmesi yedi buçuk aylıkken başlıyor,” diyor Shidner. “Anne sütüyle beslenmekten katı besinlere geçilen noktada.” Amarna’da bu geçişin birçok çocukta gecikmiş olduğu görülüyor. “Olasılıkla anneler yeterli yiyecek olmadığına karar veriyordu.”
Kısa süre öncesine kadar, Ahenaten’in mirası hakkında fikir belirtmeyenler sadece kralın tebaasından ibaretti. Geriye kalan hemen herkes ise, İÖ 1353’ten İÖ 1336 yılına kadar tahtta kalan ve Mısır dinini, sanatını ve yönetim biçimini değiştirmeye çalışan bu kral hakkında çok şey söylemişti. Ardılları genelde Ahenaten’in saltanatına burun kıvırmış ve hatta, mezarının keşfedildiği 1922’den bu yana kısa hükümranlık dönemi merak konusu hâline gelen Tutanhamon dahi, babasının yönetimi sırasındaki koşulları eleştiren bir kararname yayımlamıştı: “Topraklar sıkıntı içindeydi, tanrılar bu toprakları terk etmişti.” Bir sonraki hanedan sırasında Ahenaten’den “suçlu” ve “isyancı” olarak söz edilmiş; heykellerini ve simgelerini yok eden firavunlar, onu tarihten silmeye çalışmıştı.
Silahlı bir bekçi Amarna’daki eski tahıl silolarını koruyor. Olduğu gibi kalmış ören yerleri, zamanın belli bir noktasında kalakalmış bu kenti araştırmak gibi ender bir olasılık sunuyor. Amarna’nın kraliyet sarayları, tapınakları ve anayolları dikkatle düzenlenmiş ama inşaatların büyük bölümü gelişigüzel yapılmış. Londra Westminster Üniversitesi’nde kentsel tasarım profesörü olarak görev yapan Bill Erickson, Amarna’daki bina tarzının günümüz gecekonduları ve plansız semtlerinde görülen tarza çarpıcı bir şekilde benzediğini söylüyor. “Burası 3 bin yıllık olabilir ama günümüzde kurduğumuz kentler üzerine güçlü dersler veriyor bize.”
Arkeologların Ahenaten’i yeniden keşfettiği modern zamanlarda ise görüşler tamamen aykırı uçta gelişti. Mısırbilimci James Henry Breasted, 1905’te kralı “insanlık tarihinin ilk bireyi” olarak tanımladı. Breasted ve diğer pek çok isim için Ahenaten özellikle tek tanrıcılık kavramı başta olmak üzere zamanının çok ilerisinde görüşlere sahip bir devrimciydi. Bu arada, arkeolojik kayıtların az sayıda olması, düş gücünün de işe karışmasına yol açıyordu. Dominic Montserrat, Ahenaten üzerine yazdığı History, Fantasy and Ancient Egypt (Tarih, Fantezi ve Eski Mısır) adlı kitabında, eski zamanlardan kalma az sayıda kanıtı alıp kendi dünyamızda anlam kazanan anlatımlar hâlinde düzenlediğimizi belirtiyor. “Bu davranışımızın nedeni,” diye yazıyor, “geçmişin bir ayna gibi bugüne tutulmasını sağlamak.”
Modern dünyaya tutulan bu aynada, Ahenaten’in akla gelebilecek her türlü kimliği yansıyor. Kral, ilk Hıristiyanlardan biri, barış yanlısı bir çevreci, kendinden gurur duyan bir eşcinsel ve totaliter bir diktatör olarak betimleniyor.
Gerek Naziler gerekse Afrosentrist hareket, Ahenaten gerçekliğine aynı hevesle kucak açtı. Thomas Mann, Necip Mahfuz ve Frida Kahlo eserlerinde firavuna yer verdi. Öncül düşünürler hakkında üç opera yazan Philip Glass’ın üçlüsü Albert Einstein, Mahatma Gandi ve Ahenaten’den oluşuyordu. Sigmund Freud, Mısır kralının aşırı anne sevgisinden mustarip olup olmadığı üzerine İsviçreli psikiyatr Carl Jung ile yaptığı hararetli tartışma sırasında baygınlık geçirdi. (Freud’un tanısı: Ahenaten’de Oedipus kompleksi olduğuydu, üstelik de Oedipus’tan bin yıl önce.)
Arkeologlar bu tür yorumlara direnmeye çalışsalar da yapbozun önemli parçaları eksikti. Amarna üzerine yapılan araştırmaların çoğu seçkin kültür konusuna yoğunlaşıyordu: Kraliyet heykelleri ve mimarisi, üst düzey memurların mezarlarından yazıtlar… Dolayısıyla da araştırmacılar, karşılarına sıradan insanların gömü yerlerini inceleme olanağı çıkmasını beklediler yıllarca. Amarna’nın ömrünün kısa sürmüş olması nedeniyle –17 yıl– ortaya çıkarılacak bir mezarlığın günlük hayattan kareler sağlayacağının da farkındaydılar. Sonuçta, kent çevresindeki çölde yapılan ayrıntılı araştırmalarda dört ayrı mezarlığın varlığına dair kanıtlar ortaya çıkması için 2000’li yılların başlarına kadar beklemeleri gerekecekti.
Bu keşfin ardından, arkeologlar ve biyoarkeologlar söz konusu mezarların en büyüğünü kazıp analiz etmek için on yıl harcadılar. Sayıları en azından 432’yi bulan iskeletlerden örnek topladılar. Buldukları sonuçlar ürkütücüydü. Ölüm sırasındaki yaşları saptanabilen bireylerin yüzde 70’i 35 yaş altında ölmüştü, sadece dokuzunun 50 yaşını geçecek kadar yaşadığı saptanmıştı. Üçte birinden fazlası 15 yaşına ulaşmadan yaşamını yitirmiş, çocukların büyüme seyri iki yıl gibi büyük oranda gerilemişti. Yetişkinlerin çoğunda belkemiği hasarı vardı –ki biyoarkeologlar bunun belki de yeni başkenti inşa etmek için gerçekleştirilen aşırı çalışmanın göstergesi olduğu inancındalar.
2015’te Amarna’nın kuzeyindeki bir başka mezarlığa yönelen ekip buradaki kazıda 135 birey buldu. Mezarlıktaki çalışmaları yöneten Avustralyalı arkeolog Anna Stevens, kazıyı gerçekleştirenlerin kısa sürede bu mezarlar hakkında farklı bir durumun ayrımına vardığını söylüyor. Ölüler hemen hiçbir eşya ya da nesne bulunmayan mezarlara aceleyle gömülmüşlerdi. Şiddet uygulanarak öldüklerine dair herhangi bir kanıt yoktu ama aileler dağılmıştı ve çoğu mezara akraba olmayan iki–üç kişi birlikte gömülmüştü. Yaşları gençti. Yüzde 92’si 25 yaşını geçmemişti. Yarıdan fazlası 7–15 yaşları arasında ölmüştü.
“Normal bir ölüm eğrisi olmadığı kesin,” diyor Stevens. “Bu bölgede kralın kireçtaşı ocaklarının bulunması tesadüf olmayabilir. Bunlar, genç oldukları için devşirilip ölesiye çalıştırılmış işçiler olabilir mi?” Net olarak inandığı bir durum var: “Amarna’nın yaşamak için güzel bir yer olduğuna dair var olabilecek herhangi bir algıyı kesinlikle ortadan kaldırıyor.”
Anna Stevens. “Herkes Sisi’nin peşinden gidiyor çünkü güçlü bir adam.”
Ahenaten açısından Amarna kusursuz ve son derece ideal bir şey ifade ediyordu. “Buraya dair hiçbir yetkilinin danışmanlığını almadım,” diye gururla yazmıştı kral yeni başkent hakkında. Yer olarak Nil’in doğu sahili yukarısındaki el değmemiş bir çöl parçasını seçmesinin nedeni daha önce hiçbir tanrı tapınmasıyla ilgisinin olmamasıydı.
Mısır tarihinin en muhteşem anıt, tapınak ve saraylarını inşa edenler arasında yer alan babası III. Amenhotep’in etkisinde de kalmış olabilirdi. Her iki kral da, Kuzey Mısır’ı istila eden Doğu Akdenizli Hyksosları yenerek hakimiyeti ele geçiren 18. hanedan üyesiydi. Ataları Güney Mısır kökenliydi ve Hyksosları bu topraklardan çıkarmak için atlı savaş arabası ve kompozit yay dahil düşmanlarından aldıkları önemli buluşları kullanmışlardı. Mısırlılar profesyonel bir ordu kurmuştu ve daha öncekilerin aksine 18. hanedan daimi bir orduya sahipti.
Diplomaside de becerikliydiler ve sonuçta imparatorlukları günümüz Sudan topraklarından Suriye’ye kadar genişlemişti. Yabancılar Mısır sarayına yeni zenginlikler ve beceriler katmıştı ve bu sayılanların etkileri çok derindi. İÖ 1390–1353 yılları arasında hüküm süren III. Amenhotep döneminde, saray sanatı şimdilerde daha naturalist olarak tanımlanabilecek bir değişim geçirmişti.
III. Amenhotep yeni fikirlere kucak açıyordu. Ama o da uzak geçmişten etkilenenler arasındaydı. Bin yıl öncesinde yaşayan kralların piramitlerini incelemiş; festivallere, tapınaklara ve saraylara geleneksel ögeler katmıştı. Teb kentinin koruyucu tanrısı Amon’a tapınmaya devam etmiş, ama aynı zamanda da güneş tanrısı Ra’nın güneş yuvarlağı olarak betimlenen bir uyarlaması olan ve eski tapınma biçimlerini anıştıran Aten’e de önem vermeye başlamıştı.
IV. Amenhotep adıyla tahta geçen oğlu, hükümdarlığının beşinci yılında önemli iki karar verdi. Adını Ahenaten –Aten’e adanmış– olarak değiştirdi ve başkenti günümüzde Amarna olarak bilinen yere taşımaya karar verdi. Güneş Yuvarlağının Ufku anlamında Ahetaten adını verdiği kentin bulunduğu boş çöl kısa sürede tahmini 30 bin kişiye ev sahipliği yapar hâle geldi. Hızla muhteşem boyutlu saraylar ve tapınaklar inşa edildi. Kentin en büyük tören binası Büyük Aten Tapınağı’nın uzunluğu 800 metreyi buluyordu.
Bu arada Mısır sanatında da bir devrim yaşandı. Resim ve heykellerin konusu, boyutları ve pozları yüzlerce yıllık katı geleneklerle saptanmıştı. Ahenaten’in hükümdarlığı sırasında sanatkârlar bu kurallardan kurtuldu. Doğanın gerçek görünümlü, değişken tablolarını yarattılar ve Ahenaten ile kraliçe Nefertiti’yi sıradışı doğal ve sıcak pozlarda betimlemeye başladılar. Kral ile kraliçe kızlarını kucaklar ve öperken gösteriliyordu, hatta bir resimde birlikte yatağa girmek üzereyken çizilmişlerdi. Ahenaten’in fiziksel özellikleri, şaşırtmaya yönelik olarak betimlenmiş izlenimi veriyor: Dev bir çene, dolgun dudaklar, uzatılmış uhrevi gözler.
Kralın görüşüyle din radikal anlamda sadeleşti. Mısırlılar bine yakın tanrıya taparken, Ahenaten sadece birine bağlıydı. Kral ve Nefertiti, halkla Aten arasında yegâne aracı işlevini üstlenerek geleneksel rahiplik rolüne sahip çıkmışlardı. Nefertiti eş naip ilan edilmişti. Siyasi gücü olup olmadığı bilinmese de dini ve sembolik statüsü bir kraliçe için oldukça sıradışıydı.
Tüm bunlar Amon’a itaat eden eski düzenin rahiplerini tehdit etmiş olmalıydı. Amarna’daki birkaç yılın ardından, firavun tüm resmi tapınaklardaki Amon simgelerinin oyularak çıkarılmasını emretmişti. İnanılmaz cüretkâr bir davranıştı bu. Tarihte ilk kez bir kral bir tanrıya saldırıyordu. Ama devrimlerin, en büyük savunucularına düşman kesilmek gibi bir özelliği var ve bu şiddet sonuçta Ahenaten’in yapıtlarının da sonunu getirmişti.
(http://nationalgeographic.com.tr)